Okyanusa Giden Yol

 O'nu anlatmaya çalışmak, bir okyanusun içine bir kovayı daldırıp uzaklara taşıdıktan sonra "Alın, Okyanus budur !" demeye benzer. O kovadaki su, evet hem Mevlâna'dır, hem de asla Mevlâna değildir. Lâkin şunu da söyleyelim :

 

Küçük bir su kaynağının ufacık göleğinin aynasında bütün cihanı seyretmenin sırrını da, âlem halkı Mevlâna'lardan öğrenmiştir. Bir zerre güzellikte, kâinatı yaratanın tecellisini gösteren Celâleddin Rûmi'nin müsamahasına sığınarak biz de bu küçük kitapta kendisini anlatmaya çalışacağız. Bu işi bir yenilik iddiasıyla değil de, vazife duygusuyla yapmaktayız. Zira onun ummanına kimseler dalamıyor. Daldığını söyleyenler de, çok kez birbirini tutmayan, meraklı kalabalığı büsbütün vesveseye veren "inci" ler getiriyor.

...

Bu satırları, bu sitenin de amacını çok iyi anlattığı için buraya aldık. Bizim de amacımız, Hz. Mevlâna (KS) ve başta Mesnevî-i Şerîf olmak üzere ölümsüz eserlerini anlatmaktan çok, aktarmaya çalışmaktır. Aktarmaktan maksat ve murat : asıl enerji kaynağından beslenen şehir trafolarındaki enerjiden kendi mekânlarında yararlanmak, bu enerjiyle aydınlanmak isteyenlere techizat ve tesisat bilgisi temin etmektir.

Çünkü biz insanın, "aşağıların aşağısına inmek" tehlikesinden kurtulup "yücelerin yücesine" yönelme sürecine girmesinin ancak "bilgi" ile, ama ancak "doğru bilgi" ile mümkün olabileceğine; "bilgi" nin de sahiplenilip "metâ" haline getirilerek değil, ancak ve ancak paylaşılarak büyüyüp gelişeceğine inanıyoruz.

Tarih bize toplumların kendi geleceklerine ancak kendi kültürleriyle yön verebildiklerini göstermektedir. Yalnızca sağlıklı bir şekilde gelişip serpilen kültürler ayakta durabilmekte, zamanın aşındırmasına karşı koyarak varlıklarını sürdürebilmektedir. Kültürün gelişip yücelmesi ise öncelikle kendi kültürünü tanıyıp sahiplenerek, sonra da özümseyerek mümkün olabilmektedir. Tarih sahnesinden silinip giden irili ufaklı toplumların hepsinin de son dönemlerinin; gittikçe bozulan, yabancı kültürlerin baskısı altında daralıp küçülen, gelişme yerine kendi aslından uzaklaşma yönünde gerileyen kültür yozlaşması dönemleri olduğu kesindir. Hatta bu toplumsal gerçek, uluslararası platformda artık bir silah olarak kullanılmakta; emperyalist güçler, hedeflerindeki toplumları önce kültürel hegemonyalarına alarak yoketme teknikleri geliştirmektedir.

Birinci Dünya Savaşı, Dünya'nın, özellikle Avrupa'nın siyasî haritasının değişmesi sonucunu getirmiştir. Bizim de sınırlarımız daralmış; üç kıtaya yayılmış bir ülke, eskisinin onda, yirmide biri kadar bile olmayan bir alana çekilmek zorunda kalmıştır. Ama bu savaşın bize çıkarılan faturasının en ağır maddesi, bu coğrafî daralma değildir. Bu savaşta can ve mal kaybı en fazla olan taraf olmamız da değildir. Bu savaşın bizim için en ağır sonucu, geçmişimizle aramızda aşılması, kapatılması neredeyse imkânsız bir kültür uçurumunun açılmış olmasıdır.

Bu gün, çok değil iki, hadi diyelim üç kuşak önceki atalarımızın ne yazısını okuyabiliyor, ne de dillerini anlayabiliyoruz. Nasıl yaşarlardı, nelere güler, nelere ağlarlardı, nasıl geçinirlerdi, hayata nasıl bakarlardı ... ve cevabını bilemediğimiz daha bir yığın "ne", "nasıl", "nerede", "ne zaman" ve özellikle "neden" sorusu. Bunun doğal sonucu olarak da onlardan kalan hiç bir kültür ürününü okuyup anlayamama zavallığı halinde belirginleşen korkunç bir kültür uçurumu.

Hz. Mevlâna (KS) ile aramızda yaklaşık sekiz yüzyıl var. O'nun dilini anlayamayışımıza, bu zaman farkı mazeret olabilir. Ama Abidin Paşa merhum ile zaman farkımız sadece bir asır. Onu anlayamayışımızın sebebi işte bu kültür uçurumu. Belki de yeryüzünde, bizden başka yüz yıl önceki atalarını anlayamayan başka bir toplum yok.

Bu uçurumu bir şekilde doldurmak, aşmak; hiç değilse üzerine elimizden geldiğince köprüler kurmaya çalışmak zorundayız. Kültür değerlerimizi aydınlığa çıkarmak, üzerlerine ışıklar tutmak zorundayız. Bu zorunluluk sadece kültürel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda geleceğimize doğru bir yön belirleme sorumluluğumuz.

Yabancı kültürlere özenen, onlar gibi yaşamaya, onlar gibi düşünüp, onların diliyle konuşmaya yönelen genç kuşağımızı; kaş çatarak, ayıplayıp kınayarak, önlerine işlemeyecek yasaklar koyarak bundan vazgeçiremeyiz. Bunun tek yolu onlara kendi kültürlerinin, o özendikleri kültürlerden çok daha zengin, çok daha temiz, her bakımdan çok daha üstün olduğunu göstermek, anlatmaktır.

Ama bunun kolay bir iş olduğunu da sanmayalım. Yüzyıl önceki bir eserin bugüne getirilmesi, her babayiğidin altından kalkabileceği bir iş değildir. Bir anlamda zaman yolculuğu gibidir, zor ve meşakkatli bir iştir. O gün kullanılan alfabeyi bilmek yetmez, o günkü dili de bilmek zorundasınız. Hem de o dili, hem konuşma, hem de yazı dili yönleriyle, toplumun çeşitli kesimlerindeki halleri ve özellikleriyle bilmeniz gerekir. Günümüzün en kapsamlı sözlüklerinde bile bulunmayan kelimeler, kavramlar çıkacak karşınıza. Çoğu tamamen unutulmuş, bir kısmı bu günkü dilde de var olan, ama o günlerde çok daha farklı anlamlar taşıyan kelimeler, deyimler, mecazlar, telmihler, imâlar vb ile karşılaşacaksınız. O günkü dili bilmek de yetmez, o dili oluşturan, biçimlendiren ve yönlendiren kültür ögelerini de bilmek, hem de çok iyi bilmek zorundasınız. Bu da yetmez, konuya ait ıstılahlara, yâni terminolojiye de vakıf olmak zorundasınız.

Biz, Ahmet Kabaklı merhum gibi okyanustan kovayla su getirmek iddiasında da değiliz. Bizim amacımız sadece okyanusa giden yolun tarifini, bir yerlerden duymuş olanlardan değil, gerçekten gitmiş ve görmüş olanlardan nakletmeye çalışmaktan ibarettir.

Bütün bunları eserimiz ve onun vasıtasıyla kendimizi yüceltmek için söylemiyoruz. Söylemek istediğimiz şudur : Bu bir "hizmet" tir, ve dünyevi ölçülerle değerinin belirlenmesi değil, çoğu zaman mahiyetinin anlaşılması bile kolay değildir. Bu ancak bir şekilde gerçekleşebilir : gönülle; gönül vermekle, gönüllü olmakla.

Bu site tamamiyle "gönüllü" gayretler sonucunda gerçekleşmiştir. Gerçekten gönüllü olmanın bir koşulu da "gönülsüz" olmak olsa gerektir ki, emeği geçenlerin hiç biri, isminin anılmasını ne istedi, ne de rıza gösterdi.

Abidin Paşa, bizim görmediğimiz bir Osmanlı Paşası. Hz. Mevlâna sevgisi onu, bu eserin yapımına sevketti. O da, Hz. Pîr'i görmemişti. Bu eseri yeni nesle kazandıranlar, Abidin Paşa'nın isminin bu gün bilinmesine vesile oldu. Borç Allah'a verilince asla kaybolmaz, zarar edilmez. İnanıyoruz ki, sonraki nesiller de, bu çabada emeği olanların isimlerini bilmeseler de, hizmeti daha sonraki nesillere aktaracak, unutturmayacaktır.

Okyanusa giden yol hakkında, doğru bilgiye sahip olabilenlere, samimiyetle bu bilgiyi arayanlara ve dosdoğru anlayıp, tertemiz ve dosdoğru aktarabilenlere selâm olsun.

Av. Şemsettin Keser

İskenderun Mevlâna Vakfı Başkanı

Gönül ehlinin ilimleri,
kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insanın malı olmayan ilim yükten ibarettir.



Mevlânâ'nın dilinden
Beri gel, daha beri, daha beri.
Bu yol vuruculuk nereye kadar böyle?
Bu hır gür, bu savaş nereye kadar?
Sen bensin işte, ben senim işte...
Ne diye bu direnme? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık? Topumuz bir tek olgun kişiyiz...
Bugün 2 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol